omer_seyfeddin_lgbt_manset_escinsel_1

ÖMER SEYFETTİN, LGBT HAREKETİNİN NERESİNDE?

MUSTAFA AYDIN

DOSYATV.COM / ÖZEL HABER

Diriliş Postası yazarı Yasin Taçar, “çocuk hikayecisi” olarak bilinen Ömer Seyfettin’in “Eleğimsağma” (gökkuşağı) hikayesiyle bugün LGBT destekçilerinin “gökkuşağı” renkleriyle yapmaya çalıştığı algı yönetimini bir asır önce bu hikayeyle yaptığını yazdı. Gökkuşağı’nın “o dünyada”ki karşılığını bilemesek de ortak bir “özel inanış”ı yansıttığı anlaşılabiliyor.

Osmanlı’nın son döneminde devlete biat etmiş diğer Müslüman kavimlerin hızla çözülmesine sebep olan Türkçülük akımının önemli isimlerinden olan Ömer Seyfettin, son dönem Osmanlı ulemasının yazılarının yayınlandığı Sebilürreşad dergisinde Eşref Edib ve Mehmed Âkif Ersoy tarafından da bu ve benzeri ahlaksızlığı teşvik eden yönleriyle eleştirilen bir isimdi.

Kızılelma, Diyet, Pembe İncili Kaftan gibi “hamaset” yüklü hikayelerle tanınan ve sevilen Ömer Seyfettin’in asıl kimliğini “Korkunç Bir Cezâ” ve “Eleğimsağma” hikayesi ortaya koyuyor. Diğer “milliyetçi” soslu hikâyeler öne çıksa da Ömer Seyfettin’in asıl inanç dünyasını bu hikayeler temsil ediyor.

Diriliş Postası yazarı Yasin Taçar, Ömer Seyfettin’in Eleğimsağma öyküsüyle bugün “çocuk kitabı” kılıfıyla yayınlandığı için eleştiri toplayan benzer “hikaye” kitapları gibi genç dimağların şuur altlarına dönük algı yönetimi yaptığını belirtti.

İşte o yazı:

***

Ömer Seyfettin LGBT hareketinin neresinde

Türk edebiyatında özellikle öykü denince akla gelen en önemli isimlerden Ömer Seyfettin, bende neden böyle bir başlıkta kendine yer buldu? Ömer Seyfettin’in Eleğimsağma öyküsünü hangi amaçla yazdığını elbette bilemem (hüsnü zan beslerim) ama bugünden bakınca acaba yanlış bir şeye açılan yolda katkısı olmuş olabilir mi diye sormadan da geçemiyorum. Niçin?

Eleğimsağma, gökkuşağı demek. Alaim-i semanın halk dilinde dönüşmüş hali. Küçük Ayşe’nin öyküsü. Ayşe, kapanma vakti gelince kız olmak istemediğini fark eder. Erkek oyunları oynamayı seven Ayşe, eğer kapanırsa hayatı boyunca kadın olacak, kadın hayatı yaşayacak ve erkek hayatına vazgeçecektir. Bunu istemiyordur, Ayşe erkek olmak istiyordur. Üstelik küçük kız çocuğu Ayşe, küçük kız çocuğu Gülsüm’e âşıktır ve onunla evlenmek istiyordur. Ne yapabilir? Aklına gökkuşağı gelir. Eğer gökkuşağının altından geçerse istediğine kavuşacaktır. Bir ağacın altına oturur, bekler. Nihayet gökkuşağı çıkar, altından geçer. Kendisini erkek bulur bir anda. Hemen köye gider. Gülsüm evlenmektedir. Düğünü basar, karşısına çıkanları bir hamlede yere serer. Köylü şaşırır, kim bu yiğit diye sorarlar. Ayşe başından geçenleri anlatır. Gülsüm’ü zorla alır. Ancak köyün imamı nikâhı kıymaz. Caiz değildir der. Ayşe tam imamı öldürecektir ki bir anda uyanır. Hepsi rüyadır. Babası saatlerdir onu aradığı için kızgındır.

Her ne kadar seküler kesime göre gökkuşağının altından geçince cinsiyet değişeceğine inanılması Anadolu âdeti olsa da bu bir efsanedir. Gerçekliği yoktur. Onlar minareyi çaldıkları için kılıf uydurma derdindedirler. Ömer Seyfettin neden böyle bir öykü yazma ihtiyacı hissetti? Bilemiyorum. Ömer Seyfettin müthiş bir öykü yazarı olsa da temkinli okunması gereken öykülere sahip ve tehlikeli tek öyküsü bu değil. Ne yazık ki ülkemizde senelerce çocuk yazarı diye anılmış ve öyküleri çocuklara okutulmuştu. Tahribatı keşke ölçebilsek! Benim de çok sevdiğim Diyet öyküsü örneğin, bir çocuğun zihninde onulmaz yaralar açabilir.

Peki ya bu öykü? Bir çocuk bu öyküyü okuduğunda, ki binlerce çocuğun okuduğundan emin olabiliriz, bilinçaltına ne yerleşecek? Bir kız çocuğunun erkek olmak istemesinin, bir kız çocuğuna aşık olmasının normal olduğu yerleşmeyecek mi? Basit bir öykü deyip geçebilir miyiz? Sanmıyorum. Özellikle günümüzde diziler/filmler aracılığıyla LGBT’nin, aileyi bitirme hareketlerinin propagandasının yoğunlaştığını düşünürsek; bu konuda olumlu imada bulunan bir öyküye, bir cümleye bile hoş bakabilir miyiz? Gökkuşağı hareketinin başlamasında Ömer Seyfettin’in rol aldığını söylemek, dünyadaki haline bakarak fazla hayal gücü olur elbette ama bir dayanak sağlaması da göz ardı edilemez, edilmemeli de. Buna nasıl bir tedbir alınabilir, onu da eğitimciler, pedagoglar düşünmeli. Ben işaret etmekle sorumluyum.

Yine de kendilerine bu öyküyü dayanak olarak kullanan LGBT üyeleri bence çok havaya girmesin, öykünün sonunu düşünsünler. Kız kıza, erkek erkeğe ilişki isteyenlerin cinsiyet değiştirebilecekleri bir gökkuşağı yok, kendilerini kandırıyor, avutuyorlar. Küçük Ayşe’nin de yaşadığı gibi; o gökkuşağını anca rüyanızda görürsünüz!

SEBİLÜRREŞAD’DA EŞREF EDİB VE ÂKİF, ÖMER SEYFETTİN’E BU YÜZDEN KARŞI ÇIKMIŞTI

Eşref Edib Fergan ve Mehmed Akif Ersoy’un yayınladıkları Sebilürreşad dergisinin 408’inci sayısının 189 ve 190’uncu sayfasında Ömer Seyfettin’in benzer bir algı yönetimini Osmanlı kadınlarını gayri meşru hayata yönlendirirken yaptığı belirtiliyor. İngiliz işgali döneminde yayınlanan derginin başı sansür idaresiyle sürekli dertte. Her sayının önemli bölümleri baskı öncesi sansürlendiği için “beyaz” olarak çıkıyor. Ömer Seyfettin’den bahsedilen “ara yazı”dan önce, 188. sayfada da Sebilürreşad’ın, “Teceddüd ve Islahât Nâmı Altında Neşr-i Mefsedet Edenler” başlıklı bir yazısı var ve İngiliz işgal komiserliği tarafından sansürlenmiş. Konu payitahtta gazete ve dergi lisanıyla gayri ahlaki hayatı özendirenlerdi, ancak İngiliz işgal idaresi doğal olarak bu “gayrı ahlaki mefsedetleri” yayanların yazılarını değil, karşı çıkanların yazılarını sansürlüyordu. O yazıda Ömer Seyfettin ve Abdullah Cevdet gibi gibi isimlerin eleştirildiği, dergide “beyaz” olarak bırakılmış sansürlü bölümün sonundaki bir okuyucu mektubundan ve Sebilürreşad idaresinin o mektuba cevap verirken Ömer Seyfettin’i de muhatap alarak kaleme aldığı metinden anlayabiliyoruz.

Sebîlürreşad’ın infialine sebep olan “Korkunç Bir Cezâ” başlıklı hikaye aslında Ömer Seyfettin’i ve Selanik merkezli fikirdaşlarının topluma yaymaya çalıştıkları “korkunç rezilliği” anlatıyordu. Karısını bir külhanbeyiyle yatakta yakalayan bir Fatih esnafı “bir kerelik hatadan bir şey olmaz” diyerek olayın faili külhanbeyini sırtında Yedikule’ye kadar taşıyor ve “kerata” diye tabir ettiği zinakâra kendi evlerinden uzak durmasını tenbih ediyordu.

İşte Sebîlürreşâd’daki o okuyucu mektubu ve derginin cevabî yazısı:

SEBÎLÜRREŞÂD MECMÛA-İ İSLÂMİYYESİNE
Diken Gazetesi’nin 13’üncü sayısında Ömer Seyfeddîn Bey “Korkunç Bir Cezâ” ünvanıyla Anadolulu bir İslâm âilesini fenâ bir yolda tasvîr ederek İslâm ictimâiyâtı dolayısıyla sâf ve temiz kalbli Anadolu halkını tezlîl ediyor. Cidd ü mizâhın da bir haddi vardır, bunu bilmeleri ve tasdîk etmeleri lâzım iken bilakis başka vâdîlerde dolaşıyor, harbden müteessir olan halkın tefessüh etmek derecelerine gelen ahlâkını tasfiyeye hizmet edeceklerine, daha ziyâde sükūt-ı ahlâka uğraşarak birçok gençlerimizin de fikrini zehirliyorlar. İslâm âile hayâtını gāyet açık bir sûrette lekelemeye kalkışmaları, yabancılara karşı Türkleri hissiz göstermeleri efkâr-ı umûmiyye nazarında hiç de hoş görülemez. –Eğer ta’kīb ettikleri meslek müsâid ise– hakīkī İslâm olmayan fenâlıkları teşhîr edebilirler. Yoksa bir kısm-ı kalîl bed-mâyelerle Anadolu halkını mukāyeseye kalkışmak yakışmaz. Mâdem ki maksadları millete iyilik etmek değildir, şu hâlde bâri mukaddesâtımıza taarruz etmesinler.
Adapazarı Mehmed Nûri

Mecmûamıza vârid olan bu mektûbu aynen derc ediyoruz. Ömer Seyfeddîn imzâsıyla intişâr ve ale’l-ekser hayât-ı milliyyeyi ve mukaddesât-ı İslâmiyyeyi istihfâf eden sahte levhaların ibdâıyla iştihâr eden mûmâ-ileyhin hikâyeleri bizim de manzûrumuz oluyor. Daha birkaç ay evvel “Fon Sadriştayn” sernâmesiyle ortaya attığı hurâfe en liberal geçinenleri bile hiddetlendirmiş, Türk kadınını o derece zelîl ve miskîn bir vaz’iyette görmeye tahammül edememişlerdi. Maamâfîh şu muhakkaktır ki mûmâ-ileyhin sâlik olduğu vâdînin teşrîh-i mâhiyyetinde söylenecek yegâne doğru söz yazdığı hikâyelerin hayât-ı milliyyeye yabancı olması ve bir maksad-ı mahsûsu tervîcen tasnî’ edilmiş bulunmasıdır.
Bundan dolayıdır ki Ömer Seyfeddîn Bey’in hikâyeleri Diken silsile-i neşriyâtını teşkîl eden, Diken, İnci ve Büyük Mecmûa’da mühim bir mevki’ işgāl ediyor. Bu silsile-i neşrîyâtın ibrâz ve müdâfaa ettiği teceddüdâtın en mühimmi bir tarafdan Türk kadınını sahîfe-i mizâha nakl ederek vakār ve hürmetini tenkīs, diğer tarafdan hayât-ı ictimâiyyemizi tahrîf ederek istediği şekilde tasvîr ve îkā’ etmek istedikleri inkılâb-ı ictimâî için efkâr-ı umûmiyyeyi ihzâr etmektir. İşte bu vesâit-i neşriyyenin istihdâf ettiği gāye ile mâhiyet-i neşriyyesi meydâna çıktıktan sonra bu uğurda ibzâl ettikleri mesâînin ancak mâhiyet-i mezhebiyyesini i’lândan çekinen kesân tarafından takdîr edileceği ve efkâr-ı umûmiyye nezdinde hakīr kalacağı âşikârdır. Biz bu husûsu tam vaktinde meydana koymaktan geri kalmadık. İnci Gazetesi’ne tevcîh ettiğimiz suâl ile onu ta’kīb eden neşriyâtımız hâtırlarda olsa gerektir.
Memleketin hayât-ı ictimâiyyesiyle oynayan, tahrîf eden, zevk ve keyfine göre tebdîl için propagandada bulunan bu cesûr adamlar maatteessüf tek bir suâle cevâb vermek, mâhiyet-i mezhebiyyelerini i’lân etmek cesâretinde bulunamadılar. Bunlara karşı din ve ilimden, hak ve hakīkatten, insâf ve insâniyetten bahsetmek ma’nâsızdır. Bunların kalbleri öyle bir hastalığa mübtelâdır ki, günden güne bu marazları iştidâd etmektedir.
(Ve iza kîle lehum la tufsidû fi’l ardı, kâlû innemâ nahnü muslihûn. E lâ innehüm hümü’l müfsidûne ve lâkin la yeş’urûn.” Meali: Onlara, “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edici kimseleriz” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat bunun farkında bile değiller.) (Müslümanlar bunu bilerek mefâsidîne aldanmamalı. Evliyâ-yı umûrun da İslâm’ın hayât-ı ictimâiyyesine vukū’ bulan bu sû’-i kasdlara hâil olması en mütehattim vazîfesidir.”

ÖMER SEYFETTİN’İN SONU FECİ OLDU

Osmanlı toplumunu oluşturan ve onu 6 asır ayakta tutan temel ahlaki değerlerin ortadan kalkması için faaliyet gösteren isimler arasında yer alan Ömer Seyfettin’in hayatı çok kötü bir şekilde sona erdi. Çok ileri derecede şeker hastasıydı, ancak bunu kendisi de doktorları da bilmiyordu. Tavsiye edilen meyve sularını ve meyveleri yedikçe hastalığı onu daha da perişan ediyordu. Arkadaşı Ali Canip Yöntem onunla ilgilenmeye çalışsa da son anlarında o da onunla ilgilenemedi. Yalnız yaşıyordu. Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıktan sonra komaya girdi ve iki hafta sonra vefat etti. Sahipsiz şekilde ölmüştü. Kim olduğu hastane idaresi tarafından bilinmediği için sahipsiz cesedi, tıp fakültesi öğrencileri için kadavra olarak kullanılmıştı. Kafası vücudundan ayrılmış, üzerinde “teşrih” çalışmaları yapan Sivaslı bir hademenin de olduğu bir karede tıp fakültesi öğrencileri Seyfettin’in kadavrası önünde fotoğraf çektirmişlerdi. Bu fotoğraf dönemin gazetelerinde yayınlandıktan sonra o cesedin Ömer Seyfettin’e ait olduğu anlaşıldı. Tek parça halinde bile gömülemedi.