donmez_feto_manset_soru_hirsizligi_ifsa_1

FETÖCÜLER ŞOKTA! AHMET DÖNMEZ, SORU ÇALMA YÖNTEMİNİ İFŞA ETTİ!

DOSYATV /  ÖZEL HABER

FETÖ’de yaşanan iç kavga ve sorgulamalar mahkemelerde ispatlanmasına rağmen reddettikleri birçok konunun kendi kitlelerinin zihninde netleşmesine imkân sağlıyor. İtirafçıların beyanları ve yüzlerce somut belgeyle ispatlanmış “organize soru çalma” olaylarını FETÖcüler her şeye rağmen reddetmeye devam ediyordu. Ancak FETÖ medyasında çalışıp 15 Temmuz sonrası yurt dışına kaçan gazetecilerden Ahmet Dönmez, “Geç Kalmış Bir Hasbihal-3” başlıklı yazısıyla bu konuya son noktayı koydu. Yazısında konuyu itiraf eden onlarca “mahrem abi” ile görüştüğünü; elde ettiği bilgileri ve itirafları başka kaynaklardan da teyit ettirdiğini vurgulayan Dönmez, görüştüğü kişilerin beyanlarını köşesine taşıdı. Soru çalmanın her kademede ve organize şekilde “mahrem birimler” eliyle gerçekleştirildiğinin artık somut bir bilgi olduğuna dikkat çeken Dönmez, “Hizmet Hareketi” diye tanımladığı yapının içinde “en tepeye kadar” suça bulaşmış “paralel” bir yapının olduğunu ilan etti. Kendisine konuşanlarla birlikte Dönmez de “Soru çalma olaylarını Gülen biliyor muydu?” sorusuna net cevap vermezken, itirafçılar, “Bize bildiği söyleniyordu. Biz de vardır bir hikmeti diyorduk” şeklinde konuştu. Yazının genelinde ve yorumlarda “Gülen’in soru çalma olaylarını bilmesi ve göz yumması da; yıllardır tekrar tekrar yaşandığı artık net olan bir şeyi bilmeme ihtimali de büyük bir skandal” olarak değerlendirildi.

Dönmez’in yazısındaki bilgiler ve itiraflar Fetullah Gülen ve takipçilerini fena halde sarstı. 2 yıl önce benzer bir tepkiyi “soru çalma olayları gerçekmiş” diyerek ifşa eden Bülent Keneş de almıştı. Dönmez’in yazısına twitter’dan cevap veren FETÖcülerin tepkileri ise farklı: Bir kısmı “Türkiye’de yaşadıklarımız ve ilgili bazı mahkemeler devam ederken bu konuyu yazman doğru olmadı” derken, bir kısmı ise hâlâ reddetmeyi sürdürüyordu. Tepki gösteren en önemli kesim ise kendi yaşadıkları diğer tecrübeleri de aktaran “hayal kırıklığı” yaşayanlar ve “pişmanlık” içindekilerdi. Bu isimler, Gülen’in mollaları ile Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yerine yurt dışında kurulan AFSV’nin twitter adreslerini ekleyerek, “acilen cevap vermeniz gerekiyor” diye yazdı. Bir isim ise, “17-25’de Hocaefendinin bir mübahalesi vardı; Eğer kanuna aykırı en ufak bir iş yapmışsak Allah bizim belamızı versin, yok yapmadıysak onların versin diye. Hatırlıyorum da bizden çoğu insan o zaman amin diyememişti!” diye yorumda bulundu.

Dönmez, “Cemaat neden sınav sorularını kendi seçtiği öğrencilere veriyordu?” diye sorarak şöyle devam etti:

“Evet, cemaat. Yine hemen bir öfke kabarması olacak şimdi, biliyorum. “Neden cemaat diyorsun? Belki soruları münferiden çalan veya etrafına dağıtan bazı ahlaksızlar olabilir, neden cemaatin geneline çamur atıyorsun?” diyenler olacaktır. Olsun. Bu cümleyi bilerek kurdum. Çünkü biliyorum ki bu bir ‘cemaat’ organizasyonuydu. Daha doğrusu cemaatin içinde ayrı bir cemaat olan ve kimseye hesap vermeyen karanlık birimlerin organizasyonu. Soru verme de orada sistematik olarak yapılan bir uygulamaydı. […] Kesin konuşuyorum, evet. Çünkü ‘soru çalma’ iddiaları gerçek, biliyorum. Bilen başka binlerce insan gibi… Geç de olsa öğrendim.”

İşte Ahmet Dönmez’in Geç Kalmış Bir Hasbihal-3 yazısının ilgili bölümü:

***

Peki beni bugün bunun sistematik bir irtikap olduğu noktasına ne getirdi?

Anlatayım.

15 Temmuz sonrasında büyük bir sorgulama başladı ve geçmişte susan bir çok kişi yaşadıklarını anlatmaya başladı.

Hem “Soruları aldım” diyen hem de “Soruları verdim” diyen onlarca isimle konuştum. Dinlediklerimin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyid ettim.

****

Müstear adı Kerem…

Yıllarca mahrem hizmetlerde bulunmuş, hapse girmeden yurt dışına çıkmış, 30’lu yaşlarda bir cemaat gönüllüsü.

Bana diyor ki, “Sizce neden hususi arkadaşlardan bu kadar çok itirafçı çıktı, hiç düşündünüz mü?”

Genel itibariyle etkin pişmanlıktan yararlanan sayısı 20 bin civarında bu arada. Bunlardan kaçı “hususi hizmetler”den bilmiyorum. Ama kendi okuduğum dosyalardan bile sayının epey kabarık olduğunu görebiliyorum.

Tamam ama… Bu sorunun cevabı işkence değil mi?

Bilhassa bu mahrem yapılanma içerisinde yer aldığı tespit edilenlere çok ciddi işkenceler yapıldı. Hayatını kaybedenler oldu. Kaçırılanlar, bir daha kendisinden haber alınamayanlar var.

Kerem, “Evet, bu doğru. Fakat hakikatin tamamı değil.” diyor. “Bazı ifadelere bakın, bunu anlarsınız.” dedikten sonra kendi cevabını şöyle veriyor: “Çünkü sisteme inancını yitiren çok sayıda arkadaş vardı. Özellikle son yıllarda işin çivisi iyice çıkmıştı. ‘Biz ne yapıyoruz?’ diye soran, vicdan azabı çeken, ‘mutlaka fetvası verilmiştir’ diye cevap aldığında tam tatmin olamayan, akşam kafasını yastığa koyduğunda içinde bir burukluk hisseden ve hep ‘Ben Hocaefendi’den daha iyi bilecek değilim ya! Vardır bir hikmeti.’ diyerek kendini teselli eden bu arkadaşların çoğu, 15 Temmuz’dan sonra dağıldı. Çünkü ‘Meğer bir hikmet yokmuş’ demeye başladılar. O yüzden önemli bir kısmı gidip itirafçı oldu.”

****

Kerem’in kastettiği vicdan azabı veren bu işler arasında soru verme de vardı.

“Mesela bir arkadaş GATA’ya girecekti. Sorular verildi. Ancak arkadaş kabul etmedi. Sonra da sırf bu yüzden Hizmet’le ilişkisini kesti.” diyor.

Peki sorular nasıl veriliyordu?

Müstear adı Polat…

Bu kısmını da ondan dinleyelim: “15 Temmuz olduğunda 23 yıldır Hizmet Hareketi’nde, 11 yıldır da hususi hizmetlerde bulunuyordum. Bu soru çalma meselesi…Yüzde yüz canım! Ben kendim kaç tane öğrenciye verdim. Bilmesem, içinde olmasam ben de komplo teorisi derim. Konduramam. Ama maalesef bu var. İsmi bile var bu işin: ‘Fetih okuma’. Sınav sorularını vermenin şifreli adı ‘Fetih okuma’dır. ‘Bu arkadaşa Fetih okunacak mı? Bu arkadaş Fetih okudu mu?’ diye tedbirli söylenir. Bunun anlamı, sorular verildi mi, demektir. Fakat bunun için bazı şartlar vardır. Herkese ‘Fetih okutulmaz’. Beş beşlik, güvenilir olması lazım. Onun da kriterleri vardır. Bu kriterleri karşılamıyorsa verilmez. Sadece bu da yetmez. Bir de ilgili atama için o arkadaşın uygun görülmüş olması gerekir. Çünkü bizim bir kariyer planlamamız vardır. Eğer arkadaş için yapılan planlama o sınava girmesini gerektiriyorsa ve de yüzde yüz güvenilir bir arkadaşsa o zaman sorular verilir. Bunu, o birimlerdeki herkes bilir. Yukarıdan geldiği söylenir ve sen de zaten onu bilerek yaparsın.”

Polat, işleyen sistemle ilgili şu tür detaylar veriyor: “Ben kendi baktığım birim için söyleyeyim. Mesela kurum içi sınavlar oluyor. Terfi sınavları. Arkadaşlardan uygun gördüğümüze diyoruz ki, ‘Bu sınava başvur. Şu şu kitapları al, şu testleri al, çalış’. Bunu söylerken iş yerinde çalışması özellikle vurgulanır. Böylece herkes onu çalışırken görür. O sınava gireceğini herkes bilir. Hiç bir zaman kişiye, ‘Sana soru vereceğiz, rahat ol, sıkıntı yok’ demeyiz. Arkadaş zaten sınava hazırlanır. Sınava bir veya iki gün kala Fetih okuma olayı gerçekleşir. Sorular bize yukarıdan dijital ortamda gelir. Diyelim ki 100 soruluk sınav; A paketinde 70 tane soru, B paketinde 70 soru, C paketinde 70 soru var ama bunlar aynı 70 soru değil. Birbirinden farklı 70 soru, ki aynı şıkları işaretlemeleri tedbirsizlik olur. Fetih okunmadan önce bir yemin metni vardı, onu okutuyorduk. Kuran-ı Kerim’i getiriyoruz, çocuk abdestli bir şekilde geliyor ve yemin metnini biz söylüyoruz, arkadaş tekrarlıyor. Bunu en yakınları dahil kimseye söylememesi için… Sonra dijital ortamda sorular verilir. Kağıt kalem kullanmak yasaktır. Arkadaş iki-üç saat bilgisayar ortamında sorulara ve cevaplarına bakar. Bu ya bizim evimizde olur ya da onun. Tabi ki sınavda başarılı olur. Yüz sorudan yetmiş tanesi moda-mod sorudur. 10 tane, 15 tane de kendisi yapsa başarılı bir şekilde sınavı kazanır. 100 sorunun hepsi verilmez. Çünkü hepsini doğru yapar, bu da tedbir açısından sıkıntı doğurur. Zaten baraj 70’tir. Belki sorular verilmese de arkadaş kazanacak ama riske edilmiyordu. Diyelim ki oraya 30 kişi alınacaksa 30’unun da bizden olması isteniyordu. Buna göre kariyer planlamaları yapılıyordu. Diyelim ki o sınava üç kere girme hakkı var ve arkadaşın bu üçüncü girişi ise riske edilmek istenmiyordu. Genelde yukarıdan bunlar ayarlanıyordu. Kimin sınava son giriş hakkı, kimin yaş haddi vesaire hep bakılıyordu. 17 Aralık sürecinden sonra sorular dijital gelmemeye başladı.”

Peki bu sorular nereden geliyordu?

Polat, “Başımızdaki kişiden geliyordu. Muhtemelen okul komutanlıkları sınav komisyonunda olanlardan geliyordu. Ancak sadece askeri okul sınavları değil. KPSS, YDS (Yabancı Dil Sınavı) da geliyordu. ALES de geliyordu. Hepsi geliyordu. ÖSYM’nin yaptığı sınavların soruları da geliyordu. Ben konumum itibariyle bunların hepsini bilgi ile söylüyorum size.” cevabını veriyor.

****

Şimdi bir başka tanıklığa geçelim.

Müstear adı Halil…

O da hiç tutuklanmadan yurt dışına çıkabilen eski mahrem abilerden.

‘Hususi Hizmetler’in asker veya polise değil, sivil bazı memurlara bakan tarafında bulunmuş. İzmir’de.

Aslen öğretmen olan ve 17-25 Aralık sürecinden sonra bu hususi göreve getirildiğini anlatan Halil, şahit olduklarını şöyle aktarıyor: “Ben bu göreve gelince hep merak ettiğim, ‘soru çalma’ şayialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istedim. Bizimle aynı birimden olan ve eskiden beri bu hizmetlerde bulunan bir arkadaşla yürürken, taş atıp tavşan çıkartmak kabilinden, ‘Yahu şu sınav soruları meselesinin de amma suyu çıktı ha!’ dedim. Demez olaydım. Arkadaş beni o birimde eski zannetti ve dedi ki, ‘Hocam eskiden biz sinevizyondan yansıtır yemin ettirirdik, şimdi ise sorular elden ele dolaşmaya başladı…’  Ben meseleyi biraz daha kurcalayınca arkadaş dedi ki, ’17-25’ten sonraki yıl bile falanca sınavda bu iş devam etti. Bazı branşlarda 12-13 yıldır, bazılarında 7-8 yıldır soruları veriyoruz.’ diye anlattı… Benim bütün dengem bozuldu. Çünkü oraya atanmadan önce görev yaptığım bir başka ilde sohbetler yapıyordum. Özellikle 17 Aralık sonrası yapılan sohbetlerde soru çalma olayını kesin bir dille reddediyordum. ‘Olsa ben bilirdim’ diye düşünüyordum. Ama şimdi sırçalı köşke çakıl taşı değmişti. Meğer olay doğruymuş. Hem de yıllardır bu iş yapılıyormuş. Ben sonrasındaki ilk toplantıda başımızdaki şahsa ‘Hocam bunu nasıl yaparsınız, bu 72 milyon insanın hakkına girmek değil mi? Bu kesinlikle caiz değil. Buna kimse fetva veremez’ dedim. Başımızdaki arkadaş bana dedi ki, ‘Abi bunlar konjoktürel şeyler. Türkiye’nin gerçekleri bunlar. Abiler mutlaka Hocaefendi’nin onayını almışlardır.’ Ben de dedim ki, ‘Buna değil Hocaefendi, Peygamber Efendimiz bile gelse cevaz veremez. Çünkü düpedüz kul hakkı bu’ dedim. Ve birimdeki görevim ile ilgili ilk çatırdama burda başladı. Ben bu meseleyi burda bırakmayıp kendi mesul olduğum, aşağı yukarı benle yaşıt olan ve aklı başında iki elemanıma da açtım. O gece tam 5 saat bu meseleyi konuştuk. Hocam inanın bu arkadaşlar benden sizden üç-dört kat daha zeki insanlar. Her şeylerini bir çırpıda verebilecek kadar da samimiler. Çünkü birisi 6 aylık maaşını, diğeri 8 aylık maaşını himmet etmişti o yıl. Çok çok zengin olabileceklerken kıt kanaat yaşıyorlardı. Her ikisi de biraz şaşırarak bana baktılar. En başta bana dediler ki ‘Abi sen bundan önce nerde çalışıyordun?’  Ben de uzun süre yurt dışında öğretmenlik yaptığımı vesaire anlattım. Haktan hukuktan, Hocaefendi’nin bundan haberinin olamayacağından, olsa da kesinlikle cevaz vermiyeceğinden başlayınca dediler ki, ‘Abi ben şu tarihte şu sınava girdim ve bu sınavın soruları önüme konmuştu, ki Hocaefendi o tarihlerde Türkiye’deydi’ dedi. Diğeri, ‘Abi aslında haklısınız, benim çocuğun da geçen yıl ….. sınavından bir gün önce sorular önüne konulunca oğlum ‘Allah belanızı versin’ deyip kapıyı çarpıp Hizmet evini terketti ve o gün bugündür ‘Baba bana abiler mabiler deme sakın…’ diyor. Oysa ki benim oğlum Türkiye derecesi yapan bir çocuktu. Bu olaydan sonra Hizmet’ten koptu.‘ dedi. Ben de bunun üzerine ‘Ee o zaman her işte bir gerçeklik payı varmış. Bu yenen tokatlar da boşa değilmiş’ deyince, her ikisi de ‘Değil tabi abi’ diye tasdik ettiler.

İLGİLİ HABER:

15 TEMMUZ ÖZEL DOSYASI: GÜLEN VE ÇETESİNİN DARBE ÖNCESİ KÜSTAH TEHDİTLERİ TEK TEK BELGELENDİ – DosyaTV.com (dosyatv.com.tr)